Friday, September 30, 2016

Lightness

Sitting by the side of the road, in Sweden, in summer, waiting for the buss. It's chilly and wet but light. It is green at the open landscape. Deers are hopping over the road. 

* I cry out of nowhere *

Somehow there is something I miss from then. Some feeling that is pure and absolute.. righteous. That I don't have to be any other place at the moment. That it is only right that I am there.  

Whatever I do, however much I try to relax, love, live, I haven't managed so far to get this feeling back. 

Here she is photo creds from: http://weknowyourdreams.com/gazelle.html


Sunday, August 21, 2016

a decrease in friends

dear blog,

how unhappy I feel today. yet I had decided to take things with maturity and not to expect a straight line from life. thing is, 2 of my closes friends moved away and one is on business. there is no one left to call. so here I am.

there is no need to be unhappy. i have a job and i have a great husband. i just applied once more to my Sweden visa. A yearly occurrence, which is for the most part as smooth as can be.

I will now try, as directed by many many sources, to make a list for things that I am grateful for:

  1.  Nick Cave - Red Right Hand 
  2. Still thin, around 55kg. 
  3. Sitting in office, with water and coffee
  4. Peaky Blinders
  5. Lasers





Tuesday, June 28, 2016

Golgesizler - Hasan Ali Toptas

"Bekledim de gerci; aynadan ve caddeden gecen otomobilllerin, insan suretlerinin, birbiriyle carpisip duran makas isiltilarinin, musluk duruslarinin, butun bunlari silip silip gecen bugulu duslerin ve imamin varliginin ortasinda hic kipirdamadan belki saatlerce oturdum. Oyle ki, biraz imamdim artik; berber dukkanindan sIkIntIlI bir yuzle cIkmIs, koy meydanina dogru yuruyordum. 
Golgem bu kez ardimdaydi tabi. topragin yuzunu alan egri bugru bicimiyle tipki ayi o"lu"su" gibi suruklenip geliyordu."

Friday, December 4, 2015


Karşılıklı otursak, seninle konuşacaklarım var. Yorgunum bir kez. Başımı omuzlarımda zor taşıyorum. 

Her adımda bocaliyorum. Her yaptığımı sorguluyorum. İnan o can havliyle koşturarak iş yaptığımız günleri çok aradım, çok özledim. Emin ol hayatimin en zor yılı oldu bu. Sanki sürekli türbülanstayım. Sanki her an mücadele ediyor ve kaybediyorum. 

Amacım şikayet etmek değil. Belki duy sesimi diye bir küçük çığlık olsa...yok o bile değil.(Hala bundan çok daha realistik biriyim. Duymazsın.) Ben de herkes gibiyim.Yillarca beni olduğum gibi anlayacak birini istedim. Önce istedim ki abim olsun. Sonra ömürlük bir arkadaş, erkek. istedim ki ben ilişkilerden geçeyim sırayla, ama "o " kalsın yanımda. Bana hep delirmemenin yolu bu gibi gözüktü ilginçtir.(yine belki de mutlakı aramamın bir örneğidir.) Denedim bunu birkaç kisiyle. Olmadı. 

Bu konu da belki biraz ilginçtir: kimlerle denedim ? Kendim kadar yoldan çıkmaya meyilli olanlarla. Herhalde bundandır ki bu denemeler yoldan çıktı. Sen çok somut olarak hatirladığım 2.sin. Ancak kesin daha ufaklı denemelerim olmuştur şimdi unuttuğum. 

 Bir de üstüne ben her şeye çok holistik baktim. Her şey bir anda özetli sanki. Sanki o an görünen görüp görünebilecek tek şey. Seninle arkadaşlığımız da işte su anda, bu yüzden beni üzüyor. 

Ondan otur benimle dalgaları izle. Susalım. Yanında susmaya her şeyden çok ihtiyacim var.

Tuesday, October 27, 2015

Masumiyet Muzesi

"Ona asik olabilir miydim? Derin bir mutluluk hissediyor ve endiseleniyordum. Bu mutlulugu ciddiye almanin tehlikeleriyle hafife almanin bayagiligi arasinda ruhumun sIkIsabilecegini, kafamin karisikligindan cikariyordum."

"Fusun'un aslinda en cok ilgi duydugu sey, ne benim govdem ne de genel olarak erkek vucuduydu. Asil merak ve heyecani kendisine, kendi govdesine ve hazlarina yonelikti.  "

"Fusun'un agzinin pudra sekeri tadinin, cignedigi Zambo marka citletten geldigini zannediyordum. Artik Fusin ile opusmek, ilk bulusmalarimizdaki gibi yalnizca birbirimizi sInamak, karsilikli duydugumuz cekimi ifade etmek icin yaptigimiz kiskirtici bir hareket degil, kendi zevkimiz icin yaptigimiz ve yaptikca da, ne oldugunu ikimizin de hayretle kesfettigi bir seydi. " 

"Cok mutluydum. Ama bu, aklimin olcerek anladigi bir mutluluk degil, tenimin yasayarak tanidigi ve daha sonra siradan hayatin icinde, bir telefon acarken ensemde, acele acele merdivenleri cikarken kuyruk sokumumda hissederek hatirladigim bir seydi. " 

Wednesday, October 7, 2015

Episode 5

We could meet. 
Perhaps it would really be possible even to be ourselves when we meet... 
in İstanbul. 

The weather would be slightly grey. Slightly undecided. Reflecting the mood of everyone. 
But I would be waiting there with the knowledge that 
there are entire moments of irresponsible pleasure, 
entire moments of total all engulfing pleasure, 
either to "go to" or to "hide from". 
And is it really possible to deny this possibility? 
Once you know, it feels like you always do know deep inside. 

I would be standing there under the small sky filled with a big burden, 
a small girl sank deep in a large question.
Some days it is like this. One remembers who one is. 
Standing there I can see myself in my tights, red coat; 
cold with the possibility and burning with the impossibilities of being myself.

The problem of the 21st century is really that there is no one else to blame. 
Otherwise still I would have opted in blaming you. 
Even at that very first second that our eyes greet. And I nod and smile. Friendly, casual. I know that it is a 'go', the tape will roll. I want to blame you. But I know also that I am the champion (even if maybe not alone) of this show. 

And you hold my hand. It is a strange feeling.
We don't look at each other anymore. Holding hands in Istanbul is a practical necessity, it is plainly to keep together in the massive crowd. Anyway, I don't know where we are going. 

We end up at a bar. By the Bosphorus. It is not why I dreamed of. It is grey and depressing, 
and the sea is a darker blue-grey. 
It feels like my youth is long long ago.
We sit side by side, our back to everyone, directly looking out. 
This is my wish. Feels strange to look into your eyes. I know too well, that it is much better, to be 2 strangers.     
There are beers. There is conversation. Nothing deep. If fact everything is as shallow as can be. 
There is quick passing of subjects, there is laughter, there is warm up. 
At first I am acting, practicing the role of this girl which is fun, easy for a laugh but not easy herself. This has always felt like a role to me. But slowly it will grow on me. 

And slowly the night sets. The clouds disperse and the night is clear and the scenery is dark blue in black, and the lights are swarowski stones. 

We slowly get into it. I embody my role now. The conversation flows both deep and sweetly slow. Like turning over whisky in the mouth. 

We get synched. This is the one danger zone. The one that is hardest to escape     
  

Sunday, September 20, 2015

10 yil sonra "Kuzeyden gelen esmer cocuk" uzerine

Seni yazmaya cok once baslamaliydim.
Yillar geciyor ve unutuyorum.

Seni ilk gordugum ani hatirliyorum.
Koridorda.
Ogleden sonra.
Yabanci bir ulkenin yabanci
okulunda.
Kimbilir kac ergen o koridorda
birbirini ilk kez gordugunu hatirliyor...
Ilk gundu.
Herhalde Pazar.
Uzerimde bir pazardan aldigim
t-shirt. Kot etek. Yanik ten.
Icimde gunesin mutlulugu sirf.
Ve bilim heyecani.
Yolda M.V ve C. St. ile ayni  vagonda gelmisim.
Ama ikisini de daha tanimiyorum.

Yemek salonuna giriyorum. Masan dolu.
Tum masalar dolu.
Baska bir yere oturuyorum.
Yemegin sonunda sanirim,
sizin masa kaliyor bir tek, takiliyor,
bira iciyor. Yaklasiyorum.
Kiz arkadasindan ve yuzuk takmak istememenden bahsediyorsun.

Acaba tanistik mi, o an mi? Olabilir.
Bir sekilde bir araya dususumuz nasil olmustu?
Simon, sen, ben, Alman, bir de belki o Romanyali hatun sanirim.
O hafta birlikte aktivitelerimiz oldu:
Gole gittik.
Munihten konusuldu.
(Havuza kimle gittim ben? Belki sizler yoktunuz. )
Birlikte aksam yemekleri yedik.

Bir haftasonu gecti.
Ayri ayri.
Ben muzeye gittim.
Sen Satoya.

Peki her sey nasil basladi...

2. hafta.
Sunum yapacagim.
Onumde oturuyorsun.
Sacinda jole kalmis, onu aliyorum.
Fotografimi cekmeni istiyorum.
Yureklendiriyorsun beni. Sunum bitti.
Pazartesi miydi o gun Sali mi..

Sunum / lokal pembe yanakli baveryalilarin grill partisi / disko / ekilen baska bir lokaller aktivitesi / alplere cikisimiz / futbol maci...
bunlarin hepsi birbirine karisik bende.

En sonunda surekli bilardo oynama cabalarimiz basliyor.
Orna var,
T.N. var.
Onlar bir takim, biz bir takimiz.
Ben birine, sen oburune oynuyoruz aslinda.
O aksam olmali.
Yoksa ondan onceki mi?
Seni yuruyuse cikarip, hoslandigimi soyledigim,
senin de kibarca reddettikten sonra beni optugun gece.
Daha o andan belliymis.

Sonraki gun de bilardodan sonra paltomu aliyorum,
beyaz ince kapsonlu anorak, uine yuruyuse cikiyoruz.
Ama sanki daha cok arkadaki aciklikta bi agac altinda oturuyoruz?
Nedense.
Kizarkadasinin depresyonunu anlatiyorsun bana.
Ilac aliyor.
O zaman soyluyorum sana
-"Ondan ayrilmadan bana gelme".
Sonra bu laflarimi bir bir yiyecegim.
-"Kim olursan ol gel" diyecegim sana.

-"Sonsuza dek acik kapim"diye de ekleyecegim,
icimden.

Gittikce daha az sey hatirliyorum o yuruyuslerden.
Elele miydik, elin belimde miydi?
Opustuk ama herhalde tutku olmamis.
Daha fazlasini yapmamamizdan bunu anliyorum.

Alplere cikisimiz sanirim Carsamba ogleden sonra gerceklesti.
Oncesinde Orna ile yemek yiyorum.
Bana tip'ler veriyor funding bulma konusunda.
Sonra yola cikiyoruz.
Sanirim yaninda oturmuyorum giderken.
Sen Lennart'la oturdun herhalde,
ben de zor yetistim her zamanki gibi.
Rice'ten gelen Amerika'li kizla spor muhabbeti yapiyorum. Hava acik, daglar yesil.

Teleferik'e biniyoruz. Yanyanayiz.
O unlu konusmayi yapiyoruz
"Birlikte susabilmek ne rahat" diyorum. Sen de anne babanin birbirine hep bunu soyledigini ve ya birlikte olmaya boyle basladiklarini soyluyorsun.
Yanyanayiz,
disari bakiyorum.
Kollarimi guvenlik cubugunun ustune koymus, ellerimi kavusturmus kucuk bir kizim.
Asik.

Yuruyoruz daglarda.
Birbirimizi bula kaybede.
Yunanli cocukla bir de.
Yuzume uzun bos bakislar atiyorsun arada.
Ruzgarli.
Dere tepe geciyoruz.
Kotumun pacalari yirtiliyor iyice. Yoruluyorum yoruluyorum.

Restorana nasil vardik?
En son bir tepede toplandigimizi saniyorum,
Restorana giris kalmamis aklimda. Cok yorgundum.
Knodel vardi, baska seyler de. Bavarian Bufe.
Disarida dikilip etrafa
-daglara-
bakisim yemekten once mi sonra mi?
Orada seninle bir fotografim olmali.
Disarida cok az bir sure yanimdaydin,
5 dk. belki ama o arada yakalanmisiz.
Isterdim o fotografi bari saklamis olmayi.
Arkaplanda Alpler, onde biz.
En guzel karemiz beraber.

Bogazimin arkasina dogru bastirdigim yaslardan kulaklarim zonkluyor.

Yemekte karsina oturdum.
Ayakkabilarimi cikarip ayaklarimi ayakkabilarinin uzerine koydum.
Gozlerine baktim,
bakistik.

Sadece susup asik olmak yetiyordu sanki ikimize de.
Oyle sanmisim.
O his hosuma gitmis.
Asik olunca susuyorum galiba.

Yemekten sonra
(pek bir sey yiyemedim sanirim yine)
disari cikip geziniyorum restoran terasinda.
Cok genis disarisi, icim ise kucucuk kalmis.
Sade sen doldurmussun.
Tum taliplerim bu arada gelip konusuyor L olsun Chalmers'tan gelen alman cocuk olsun.
Baska konustuklarim da var o terasta.
Farketmiyor. Gordugum sadece sen varsin,
icimde.

Donuste otobus bekliyoruz.
Kayip olan biri var gruptan. O bekleniyor.
Bu arada Yoda espirimi patlatiyorum.
Herkesten puan topluyorum.
Yolda yanyana donuyoruz, yine cok konusmadan.
Her sey zaten cok siddetli.
Belki uzerine konusarak daha fazla his eklemek istemiyorum. Belki de hep bombos bir insandim.

Dogumgununu de o gece mi kutladik?
Yoksa o Persembe miydi? Futbol macindan sonra?
14u olmali dogumgunun sanki. Yoksa 10u muydu? Bu konu biraz karisik. Erken mi kutladik?

Son hatirladigim gene final gecesi. Cuma olmali.
Cumartesi herkes gidecek.

Parti var. Nefis bir bufe,
peynirler, sosisler. Ne kadar sansliyiz.
Ne kadar genciz daha ne kadar az sey yapmisiz aslinda.
Yine de ahcilar onumuzde sira durmus.

Cindirella baloya gitmis; o benim.
nefes alamiyorum, oyle mutluyum.
Torenle Bufe'den geciyoruz.
Oturuyoruz.
Yetenek sovu basliyor.

Simon Tango yapiyor. Sonra ve ya once, sen cikiyorsun meydana.

Yuzune bakamiyorum.
Bakilacak gibi degil.
Wohin once. (Bana actigin o yepyeni dunyayi kavramam yillar alacak.
Ama Leiermann ile gecis yapacagim. )
Ne kadar kendini veriyorsun sarki soylemeye.
Almanca telaffuzun konusunda endiselisin.
Sonra sanirim LOTR'den bir parca.

Hep boyle bir sey istedim.
Hep alcakgonullu zevklerimiz olsun.
Korolarda sarki soylenilsin.
Bilim yapilsin.
Hep istedigim hayat buydu.

Biri bizim icin bir sey soyledi o gece, ve ya benim icin, seninle ilgili.
Inkar etmedim.

O gece herhalde birlikte uyudugumuz.
Yoksa Persembe gecesi miydi? Kafam karisik.

Neden birlikte uyumak istedin?
Demek ki bu da bir heves alma yontemi.

O sabahi hatirliyorum biraz.
Televizyon odasi.
Erkendi kalktigimda.
Rahatsiz uyku.
Basimi kaldirdim ve futbol sahasini gordum.
Bos.
O an icimi bos hissettim.
Bombos.
Boyle hatirliyorum.

Sonra derse gittik sanki? Oyle mi?
Cuma sabah belki. 

Cumartesi? Pazar? Odana cagirdin ille. L. gitmis.
(Aksamina da L ile bulusup yemek yiyecegim. Bana aile sorunlarini anlatacak.
Neden anlatiyorsun dedigimde de artik bir araya geldigimizden diyecek.
Geceyi bu yanlis anlasilmayi tartisarak gecirecegim.)
Yalnizsin.
Toplanmaktasin.
Yanina yatiyorum ranzanin altinda.
Masada Jean Paul Gautier parfum sisen.

Acimasizsin.
Bir kedi kadar, bir kedi gibi.
Yavas yavas tirmaliyorsun.
Hayatindan kesitler veriyorsun bana.
Sonra sorular basliyor.
Nerde otururduk birlikte?
Evimiz nasil olurdu?
Simdiki evinde orkideler vardi hep.
Ya kedimiz olur mu?
-"Tabi olmali Van kedisi olsun" diyorum.
Peki gercekten anlasabilecek miyiz?
Siyasi goruslerimiz farkli gibi ama.
"Hep yuzeye bakma, cok inatciyimdir" diyorsun.
Bir kac saatte birlikte bir Omur kurup yikiyorsun.

Cikip diger arkadaslari ugurluyoruz.
Sonra sira bende.

Icimde bir sizisin. Bir gizli cekmece. Cektikce hafifce yanlara takilir, cekilirken hep biraz yoluna zarar verir. Genelde unutulur. Ama aradan yillar da gecse, mutlaka icindeki unutulur, ve o cekmece yeniden cekilir. Icindeki siziya bakmak, onu oksamak ve bagra basmak icin bir kez daha.